2 Aralık 2009 Çarşamba

Adını siz koyun...

Hep bir hayalim var. Yazmak, yazmak, yazmak.

Okuyucusunu bulacak bir roman yazmak, kendim için düşlediğim bir iş. Bu bir yerde hobimin hayata geçmesi demek.

Evet çok basit öyküler olabilir, çünkü ilk defa yazıyorum, eleştirilerinize çok ihtiyacım var.

Evet kimse okumayabilir, ilgi çekmeyebilir, ama ben yazmayı ve okuyacak insanların hayalinde kimi zaman ferahlatan, kimi zaman gülümseten, kimi zaman ağlatan öyküler yaratmak istiyorum.

Her gün bir sayfa ekleyeceğim. Yorumlarınıza, ister ağır ister yapıcı eleştirilerinize açığım.

Çünkü en çok inandığım görüş, "her konuyu biliyorum diyen kimse ilerleme kaydedemez"

Başlıyorum.


1. sayfa

“Öğrendim” dediğiniz gerçekler bazen yalanın ta kendisi olabilir ve bu gerçekler sizi bir girdap gibi içine çektiğinde, belki de asıl güneşiniz sizi bulabilir...

Sabah güneşinin parlak ışıkları inatla perdenin aralıklarından içeri sızıyordu. Önceki akşam yaşadıklarından sonra, Aysun kendisini toparlamaya olanları unutmaya çalışıyordu. Geceden sehpanın üzerinde bıraktığı kahve fincanı üzerinde parlayan güneş ışıklarını izlerken kapı çaldı.

Yaşadıklarını bir an unutuveren Aysun, Murat’ın gelmiş olması umudu ile hızla kapıyı açmaya gitti.

Binadaki sabah mahmurluğuna rağmen bu kadar çabuk açılan kapı karşısında şaşkın şaşkın bakınan kapıcı Halil kendine gelir gelmez ekmek ve gazeteyi Aysun’a uzattı.

-Abla duydun mu? Gece ne olmuş.

-Ne olmuş Halil? Gerçi hiç birşey umurumda değil ya.

-Şey... üçüncü katın arabasına hırsız girmiş de onu diyecektim, neyse abla hadi hoşçakal

-Tamam Halil sağol

Kapı kapandığında Halil çoktan bir alt kata inmişti. Aysun mutfağa gitti. Masanın üzerine ekmek ve gazeteyi bırakıp mutfaktan çıktı. Sonra her ne olduysa geri dönüp ekmekten bir parça kopardı. Çıtırtısı başka zaman olsa iştahını kabartır, yanında yiyeceklerini tasarlamaya başlardı. Ama bugün bunun için hiç uygun değildi.

Hiç yorum yok: